Ebru Sanatı Kitre gibi kıvamlaştırıcı maddeler katılarak yoğunluğu arttırılan suya serpilen boyalarla bir desen elde edilmesi, suyun üstüne kapatılan kağıda geçirilmesi sanatı. Sözcüğün aslının "bulut gibi", "bulutumsu" anlamlarına gelen Farsça ebri'den ya da abru "su yüzü" sözcüğünden geldiği kabul edilir. Ebrulu kağıttaki desenler gerçekten de yer yer bulutu andırır. Fransızlar bu desenlerin mermere benzeyen damarlarından ötürü ebru’ya papier marbre, İngilizler de marbled paper adını verirler. Araplar ise ebru yerine, damarlı kağıt anlamına gelen varakü'l-mücezza sözcüğünü kullanırlar. Ebru sanatının önce nerede ortaya çıktığı kesin olarak belli olmamakla birlikte , ilk kez Çin'de,Türkistan'da ya da Hindistan'da yapıldığını ileri sürenler vardır. İran kaynakları ilk ebruyu Hindistan'daki İranlıların Mir Muhammed Tahir adlı bir İranlı sanatçının yaptığı ebrulu kağıtları Hindistan'dan İran'a gönderilmesiyle ülkede ebru sanatının yaygınlaştığını belirtmişlerdir. Gene İran kaynaklarına göre ebru sanatı, İran'dan Anadoluya geçmiştir. XI. yüzyılın sonlarında Türkiye'ye gelen tüccarlar, diplomatlar ve seyyarlar bu sanatı Avrupa'ya taşımışlar ve adına "Türk Kağıdı" demişlerdir. İtalya, Almanya, Fransa ve İngiltere'de yaygın olarak kullanılmıştır. Osmanlı'da Ebru sanatı; İlk zamanlarda resmi devlet belgeleri ile çeşitli anlaşmaların yazıldığı, özellikle ince desenli kağıtların zemin olarak tercih edildiği bir kullanım alanı bulmuştur. Böylelikle, belge üzerinde tahrifatın önlenmeye çalışılmasıdır ki, bu da tıpkı günümüzdeki bank-not ve çek defterlerindeki fon desenlerinin silinti girişimlerini belli etmesi mantığına uymaktadır. Daha sonra Ebru sanatı, İslam sanatları arasında önemli bir yer tutmuştur. Türkler, İslamiyete çok yüce bir iman ile bağlandılar. Her konuda olduğu gibi, sanatın da hemen tüm dallarında "İLAHİ" güzellikleri ifade etmeye çalışmışlardır. Mimaride, müzikte, süslemede hep mistik güzelliklerin arayışı içinde olduklarını görmekteyiz. O dönemde (XI.yy-XIXyy) birçok tekkeler usta-çırak yöntemi ile öğrenci yetiştiren "sanat atelyeleri" haline gelmiştir
Kalbim acıdığında, yanıp kavrulduğunda konuşamıyorum. Çoğu zaman ağlayamıyorum da...
Paylaşsam? Daha da acıyacak yaram, kanı durmayacak... Biliyorum.
Sadece ve sadece sırdaşıma, dostuma anlatıyorum; suya...
Ruhumu rahatlatacak renkleri seçiyorum önce. Yaşamak için çırpınan,
hızlı hızlı atan minik bir kırlangıcın kalbini tutuyormuşum gibi avuçlarımda;
narince tutuyorum fırçamı. Başlıyorum serpmeye boyalarımı. Sanki gözümden
akması gereken ama benim sadece içime akıtabildiğim göz yaşlarım düşüyor tekneye, büyüyor acımla beraber...
Bende büyüyorum.
Acımın da, sevincimin de ebrusunu yapıyorum.Tekne benim can yoldaşım, tekne benim
ruhum. Her yaptığım ebru ne ilk ne de son acım, sevincim, hüznüm, umudum...
Allah'ın bana hediyesi; bu kocaman yürek ve yaratana da yarattığına da duyduğum aşk..
Bu yürek attıkça, bu beden nefes aldıkça renk renk
ebrularım da olacak, rüyalarım da...
Begüm Arıkonmaz